17 Haziran 2014 Salı

Sri Lanka’da Neler Oluyor? / What’s Happening in Sri Lanka?

Mehmet Özay                                                                                                                17 Haziran 2014

Bir dönem, adı Güneydoğu Asya Ülkeleri Topluluğu (ASEAN)’a üyeliği ile gündeme gelen Sri Lanka, Budist dünyasının önemli ülkelerinden biri olarak dikkat çekiyor. Hint Okyanusu’nun ortasında Arap Müslüman dünyası ile Hint ve Budist dünyanın kesişme noktasındaki bu ada ülkesinde son dönemde Müslümanlara yönelik şiddet eylemleri gündeme taşınıyor. Bu özelliği ile akıllara Myanmar’daki Arakan Müslümanlarının ahvalini getiriyor. Bu benzerliğe aşağıda değineceğim. Ancak Sri Lanka’da geçen Perşembe günü patlak veren ve Pazar günü üç kişinin ölümü ve yaklaşık seksen kişinin yaralanmasına neden olan saldırılara kısmen değinmekte fayda var.

Aslında olayların Perşembe günü, birkaç Müslüman genç ile Budist bir şoför arasında geçen hadiseden neşet ettiği belirtiliyor. Gündelik yaşam içinde belki olağan karşılanacak etkileşimin etnik ve dini unsurlar arasında bir şiddete dönüşmesi ise, Sri Lanka benzeri toplumlarda azınlık-çoğunluk ilişkilerinin ne kadar da hassas olduğunu ortaya koyuyor. Bir Budist şoförün tartaklanmasının ardından Budist topluluk üç gün boyunca Müslümanların yoğunlukta olduğu başkent Kolombo’ya altmış kilometre mesafedeki Alutgama ve Beruwala şehirleri ve çevresinde gösteri yaptı. Ülkede çoğunluğu oluşturan Sinhali Budistlerine mensup “Budist Gücü” (Bodu Bala Sena-BBS) adı verilen adı verilen grub söz konusu vak’ayı bahane ederek üç gün süren gösterilerin ardından Müslümanlara ve bölgedeki camiye, evlere, iş yerlerine saldırdı.

Bu durum, Müslümanlar üzerinde kurulan sosyal baskının şiddete evrilmesi kadar, hükümet ve güvenlik güçlerinin zaafiyetini de ortaya koyuyor. Özellikle de, bu zaafiyetin sokağa çıkma yasağı ilân edilmesinin ardından, gösterileri saldırıya dönüştüren Budist gruplara müdahale edilmemesi, can ve mal kayıplarının yaşanmasından sonra dahi herhangi bir gözaltının -en azından şu ana kadar yapılmamış olması- açıkça ortaya koyuyor. Olayların ardından, örneğin Adalet Bakanı Rauf Hakim gibi hükümet yetkilileri ile Müslümanlar polisin vazifesini yerine getirmediği şeklindeki açıklamaları bunu ortaya koyuyor. Tepkiler, sadece bu kişi ve gruplarla da sınırlı değil. ABD’nin Kolombo’daki Büyükelçiliği’nden gelişmeler sonrasında yapılan açıklamalarda hükümetin azınlık dini ve etnik grupları korumaya davet edildiği dikkat çekiyor.

Bu saldırılar, Myanmar’daki başta Arakanlılar olmak üzere azınlık konumundaki Müslüman kitlelere yönelik saldırılarla benzerliği üzerinde durulmayı hak ediyor. Pazar günkü hadise, bir tek örnek olarak yorumlanmak yerine, Sri Lanka toplumundaki etnik ilişkiler dikkate alındığında, Müslümanların Myanmar’daki Arakan toplumunun yaşadıklarına benzer bir süreçle karşı karşıya olduklarını ortaya koyuyor. Bunun temel nedenleri arasında, her iki ülkedeki hakim Budizm anlayışının farklı dini ve etnik gruplarla birarada yaşama fikrinden uzak oluşları öne çıkıyor.

Söz konusu bu iki ülkedeki saldıran ve saldırılanların benzerliğinin dışında, her iki toprak parçasında sömürgecilik döneminden kalan etnik ve dini ayrımcılık üzerine temellendirilen toplum yapısı, modern ulus devlet yapılaşmasında kendini dışlayıcı bir nitelik olarak ortaya koyuyor. Tıpkı Myanmar’da olduğu gibi, Sri Lanka’da da sömürge döneminde yerli unsurların görece dışlanmışlığı, Müslümanların ticaret gibi önemli ekonomik faaliyetlerle iştigal etmeleri yerli Budist toplum nezdinde kabul edilemez bir duruma karşılık geliyor. Budist toplum böylesi bir algıya sahip olduklarını reddetmiyor aksine, açıkça ortaya koymaktan da çekinmiyor. En son gelişmeler çerçevesinde de Budistler ‘azınlıkların’ -bu anlamda Müslümanların- giderek toplumda çok daha etkin oldukları yönündeki iddiaları, saldırıların temellendirilmesine sebep oluyor. 

Bir dönem Hindu Tamillere karşı geliştirilen Sinhali milliyetçi refleksinin, bir süredir Müslümanlara yöneldiği gözleniyor. Müslümanlara yönelik bu dışlayıcılık sosyal ve ekonomik çerçevesi kadar, Alutgama’da yaşananlarda olduğu gibi şiddet boyutuyla dikkat çekmeye devam ediyor. Ancak bunu sadece modern ulus-devlet öncesi dönemle sınırlandırmak hata olur. Bugün adına ‘İslam korkusu’ denilen olgunun küresel mahiyette ele alındığı ve kitle iletişim araçlarıyla gündemi işgal etmesinin de rolü olsa gerek. Yoksa yakın döneme kadar göz ardı edilmiş ve bugün pek çok kesimce halen anlaşılmaya muhtaç Budist toplumların yüzyıllarca şu veya bu şekilde aynı coğrafyayı paylaştıkları Müslümanlara yönelik ‘kin’ güden yaklaşımları nasıl açıklanabilir?

Pazar günkü gelişmenin izole bir örnek olmadığını söylemiştim. Bu noktada, Sri Lanka’da 1983- 2009 yılları arasında bağımsızlık veya otonom bir yönetim için mücadele veren Tamil Kaplanları’nın faaliyetlerinin büyük bir askeri operasyon sonucu bir tehdit olmaktan çıkartılması ülkede etnik çoğunluğu oluşturan Budist Sanhililerin Müslümanları hedef alabilecekleri potansiyel bir ortam hazırlıyor. Saldırıların arkasında yer aldığı belirtilen Budist örgüt BBS’in giderek Sinhali toplumunda kabul bulması kadar, kimi siyasi liderlerce de destekleniyor oluşu Müslüman azınlık için durumun hiç de içaçıcı olmadığını ortaya koyuyor.

Bu noktada, şu hususa dikkat çekmekte fayda var. Sri Lanka nüfusunun yaklaşık %80’ini oluşturan Budist Sinhali toplumunun, 1948 yılındaki bağımsızlıktan bu yana ülkedeki etnik azınlıklarla arasının hoş olmadığı biliniyor. Özellikle, Hindu Tamillerin temel haklar konusundaki taleplerinin reddine, katı milliyetçi anlayışın bir sonucu olarak 2009 yılı Mayıs ayındaki saldırılarda sivillerin de hedef alınmış olmasında ortaya çıkıyor. O dönemde yaşananlar Batı başkentlerinde ve Birleşmiş Milletler’de halen konuşulmaya ve Sri Lanka yönetiminin önde gelen isimlerinin savaş suçlusu ithamıyla mahkemeye çıkartılması talepleri devam ediyor. Bugün Tamil tehdinin olmadığı bir ortamda, özellikle Myanmar’daki dini inanç ve toplumsal yapı benzerliğinden hareketle Sri Lanka Sinhali toplumunun ülkedeki azınlık konumundaki Müslümanlara yönelik saldırıların artabileceğine dikkat çekmek gerekiyor. Bu endişe nedeniyledir ki, ABD makamlarının yaptıkları açıklamalar, Sri Lanka yönetiminin bir an önce bu tip etnik ve dini çatışmaların önüne geçilmesi talebini ortaya koyuyor. Çünkü, etnik çoğunluğu oluşturan Sinhali toplumunun en azından kayda değer bir bölümünün dini inançlarından ötürü, Budist rahiplerin öncülük edeceği toplumsal hareketleri destekleyecekleri ve gene benzer bir yaklaşımla yönetim ve özellikle de güvenlik güçleri arasındaki Sinhali toplumu mensuplarının  Pazar günkü saldırılar gibi gelişmelere seyirci kalabilecekleri ihtimali bulunuyor.

Bu noktada, devlet başkanı Mahinda Rajapaksa’nın kardeşi ve aynı zamanda Savunma Bakanı Gotabhaya Rajapaksa’nın kamuoyu önünde BBS’ye gösterdiği destek ortada. Belki bundan da öte, toplumsal bir tehlike ve tehdit ise, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nca hakkında iddialar gündeme getirilen Başkan Mahinda Rajapaksa’nın anayasada yaptığı değişiklikle uzun dönem devlet başkanı olarak kalması olacak. BM İnsan Hakları Komisyonu’nun çalışmalarında Sri Lanka’nın giderek otoriter bir yapıya büründüğüne dikkat çekilmesi, zaten çatışma ortamından yeni çıkmış bir toplumda etnik azınlıklar ile hakim güç arasında çatışma potansiyelini harekete geçirmeye matuf bir yön içeriyor.

İki gün önce yaşananlarda Müslümanlar hükümeti temsil makamındaki kurumların kendilerini korumadığı iddiasında bulunmaları bir yandan hükümeti göreve davet ederken, öte yandan da bir endişeyi ortaya koyuyor. Hükümetin zamanında önlem almaması durumunda, Müslümanların Budist çetelerin saldırılarından korunmak amacıyla kendi önlemlerini almaya başlamaları da ülkedeki azınlıklar arası ilişkileri çok daha farklı yönlere taşıyacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder